Evet ne alakası var diye düşünebilirsiniz ilk bakışta, tıpkı benim gibi. Ve evet haklısınız da zerre alakası yok şu yazacaklarımın birbiriyle..
Aşkın gözü kördür sözü çok güzel bir söz. Ama yüzyıllardır yanlış anlaşılmış bir sözdür de aynı zamanda. Göz bir aşkta sadece küçük mutlu göz yaşı yumurcakları doğurmakla görevlidir. Bir de tabi sevgilini yumuşakça öpmekle, burnuna kafa atmayı ayırmakta kullanılan ufak klavuz çizgisini tutturmakta. Onun dışında insan burnuyla aşık olur. Bu yüzden kendimizi aşık olmaktan alıkoyamayız. Gözlerimizi kapatsak da burnumuz hep tetiktedir (son iki cümle araktır ya da benzerdir). Bir aşığa, terkedilmiş bir aşığa yapılabilecek en kötü şey ona sevgilisinin kokusunu sunmaktır. Bunu nereye bağlayacağım bilmiyorum. Ama özlüyorum, aşkın kokusunu. Koklamayı, her bir koku tomurcuğunu içime çekmeyi özlüyorum. Ve çevremdeki psikolog adaylarından öğrendiğim kadarıyla böyle şeyler -yani koku palavraları- kadınlarda olurmuş. Korkuyorum bazen kendimden, gittiğim yoldan. Acaba takip ettiğim bu koku cadının kazanından mı geliyor yoksa fırıncının kızı henüz yeni bir kek mi yaptı?
Aşık olmak diyince korkuyorum gene. Korkuyorum bunca değişme çabamdan sonra yeni bir şeyin beni tekrar başladığım noktaya döndüreceği düşüncesinden. Bilmiyorum kalıcı kılabildim mi kılamadım mı. Zaman bütün kötülüklerin anasıdır ya; bakalım göreceğiz ne boktan bir işin içine girmişim.
Kötü olup insanları üzmek mi yoksa iyi olup insanları üzmek mi? Sağcı bir görüş benimsedim sanki o aldığım karardan sonra. "İnsanları üzmeden mutlu olmaya çalışmaktan yoruldum. Artık mutlu olmaya çalışmayacağım". Ama şu geldiğim noktada görüyorum ki insanları üzmemek mümkün değil. Yani ikisinden de vazgeçtim artık. Bugün birini daha üzdüm. Ve sırf iyi olduğum için, değiştiğim için. Eski ben olsaydım eğer o kişi kesinlikle üzülmeyecekti. İki ucu boklu anlayacağınız. Anlayacağınız tünelin ucundan yine Mahmut Hoca çıktı..