8 Kasım 2007 Perşembe

Η ΙΣΤΟΡΙΑ ΕΠΑΝΑΛΑΜΒΑΝΕΤΕ

Το καλοκαίρι του 1963 ξέσπασε μια μεγάλη κρίση στο εσωτερικό της Ένωσης Κέντρου. Ο Παπανδρέου (ο Γεώργιος), αρχηγός της παράταξης, και ο Βενιζέλος (ο Σοφοκλής), ο υπ΄ αριθμόν δύο του κόμματος, σε μόνιμη, διαρκή και ανοιχτή σύγκρουση μεταξύ τους, διαφώνησαν σε ένα (ακόμη) πολιτικό ζήτημα. Ο Βενιζέλος (Σοφοκλής) υποστήριξε τη συγκρότηση μιας πολιτικής κυβέρνησης συνεργασίας της καραμανλικής ΕΡΕ με την Ένωση Κέντρου. Ο Παπανδρέου (Γεώργιος), που υποστήριζε μιαν υπηρεσιακή κυβέρνηση υπό τον Παρακευόπουλο, θεώρησε προδοτική την πρόταση Βενιζέλου, τον κατηγόρησε για «νόθευσιν και καταστροφήν του αγώνος» και, με μία νυχτερινή ανακοίνωση, τον έθεσε εκτός κόμματος. Ακολούθησαν πολλές και σκληρές εκατέρωθεν δηλώσεις και ανακοινώσεις. Ο Παπανδρέου κατηγόρησε τον Βενιζέλο ότι «κατεξευτελίζει» τον ιδεολογικό αγώνα της Δημοκρατικής Παράταξης και ότι - περίπου- θέλει την εξουσία για την εξουσία. Ο Βενιζέλος κατηγόρησε τον Παπανδρέου ότι διοικεί «αυταρχικώ τω τρόπω» το κόμμα, ότι υπό την ηγεσία του το κόμμα οδηγείται σε εκλογική ήττα, και ότι «από τας προσεχείς εκλογάς ο Καραμανλής θα εξέλθει πανίσχυρος». Η κρίση διήρκεσε περίπου έναν μήνα. Τελικώς ο Παπανδρέου επικράτησε του Βενιζέλου, αλλά η ατμόσφαιρα παρέμενε βαριά και η προοφητεία του Βενιζέλου περί βεβαίας εκλογικής ήττας σκίαζε τη σκέψη των φίλων της παράταξης. Εν τούτοις, τρεις μόλις μήνες αργότερα, ο Παπανδρέου (ο Γεώργιος) θριάμβευσε εκλογικά επί του Καραμανλή (του Κωνσταντίνου) και έκανε τον Βενιζέλο (τον Σοφοκλή) αντιπρόεδρο και υπουργό Εξωτερικών της κυβέρνησής του. Η συμπτωματική συνωνυμία των πρωταγωνιστών του ΄63 με τους πρωταγωνιστές του 2007, δεν σημαίνει και πολλά.

5 Kasım 2007 Pazartesi

Koku ve iyi olma üzerine..

Evet ne alakası var diye düşünebilirsiniz ilk bakışta, tıpkı benim gibi. Ve evet haklısınız da zerre alakası yok şu yazacaklarımın birbiriyle..

Aşkın gözü kördür sözü çok güzel bir söz. Ama yüzyıllardır yanlış anlaşılmış bir sözdür de aynı zamanda. Göz bir aşkta sadece küçük mutlu göz yaşı yumurcakları doğurmakla görevlidir. Bir de tabi sevgilini yumuşakça öpmekle, burnuna kafa atmayı ayırmakta kullanılan ufak klavuz çizgisini tutturmakta. Onun dışında insan burnuyla aşık olur. Bu yüzden kendimizi aşık olmaktan alıkoyamayız. Gözlerimizi kapatsak da burnumuz hep tetiktedir (son iki cümle araktır ya da benzerdir). Bir aşığa, terkedilmiş bir aşığa yapılabilecek en kötü şey ona sevgilisinin kokusunu sunmaktır. Bunu nereye bağlayacağım bilmiyorum. Ama özlüyorum, aşkın kokusunu. Koklamayı, her bir koku tomurcuğunu içime çekmeyi özlüyorum. Ve çevremdeki psikolog adaylarından öğrendiğim kadarıyla böyle şeyler -yani koku palavraları- kadınlarda olurmuş. Korkuyorum bazen kendimden, gittiğim yoldan. Acaba takip ettiğim bu koku cadının kazanından mı geliyor yoksa fırıncının kızı henüz yeni bir kek mi yaptı?

Aşık olmak diyince korkuyorum gene. Korkuyorum bunca değişme çabamdan sonra yeni bir şeyin beni tekrar başladığım noktaya döndüreceği düşüncesinden. Bilmiyorum kalıcı kılabildim mi kılamadım mı. Zaman bütün kötülüklerin anasıdır ya; bakalım göreceğiz ne boktan bir işin içine girmişim.

Kötü olup insanları üzmek mi yoksa iyi olup insanları üzmek mi? Sağcı bir görüş benimsedim sanki o aldığım karardan sonra. "İnsanları üzmeden mutlu olmaya çalışmaktan yoruldum. Artık mutlu olmaya çalışmayacağım". Ama şu geldiğim noktada görüyorum ki insanları üzmemek mümkün değil. Yani ikisinden de vazgeçtim artık. Bugün birini daha üzdüm. Ve sırf iyi olduğum için, değiştiğim için. Eski ben olsaydım eğer o kişi kesinlikle üzülmeyecekti. İki ucu boklu anlayacağınız. Anlayacağınız tünelin ucundan yine Mahmut Hoca çıktı..

2 Kasım 2007 Cuma

rezil oluorum...

bugün metroda rezil oldum..kendi kendime gülüyorum..hep yapıyorum bunu..engelleyemiyorum..olmuo..yapamıyorum..

leydiiiis en centılmın.....yiiit özgür..
''- lütfen mahkemedem olduğunuzu unutmayınız..
-unutmuyorum allah allaaah!!
-daldın bi ara çünkü..''


''-çok pardon deminden beri sorucam soramıyorum.allah var mı?
- var
-harika!! bugün duyduğum en güzel şey bu!!
- bişey mi kullanıyosun sen?
-fondöten...çok mu belli olmuş?''

el insaf yav....alın okuyun bu haftayı,mütiş. el insaf..insaf

31 Ekim 2007 Çarşamba

"peki ya altın topa ne oldu?"

Dünyada iki tür insan vardır: tüm kalbiyle sevdiği altın topunu bir gün nehire düşüren prenses ve ona yardım edip altın topu nehirden çıkaran, öpünce prens olan kurbağanın evlenip sonsuza kadar mutlu yaşadığı masalı dinledikten sonra altın topa ne olduğunu merak edenler ve etmeyenler.

Birinci gruptaki insanlar nesnelerle bağlar kurarlar. Bu bir yüzük olabilir örneğin. Bir ice-tea kutusu olabilir gerekirse. İnsan isterse bir domatese bakarken de ağlayabilir.

İkinci gruptaki insanlar masal bittikten sonra başka bir masal dinlemek için uzaklaşırlar. Onlar için top dekorun bir parçası, bir oyuncak, bir nesnedir yalnızca.

Birinci gruptaki insanlar, ikinci gruptaki insanların arkalarında bıraktığı zaman diliminde yaşamaya devam ederler. Bir gün zaman makinası keşfedilecekse mutlaka birinci gruptaki insanlar tarafından keşfedilecektir.

kayıtsızım yalanı..

durdum düşündüm.elimde hiç bişey yoktu ki.ne diye cevap vericektim.sonra ertesi günkü yapıcağım şeyleri iptal ettim. gerek yoktu yapmaya. ders çalışmama gerek yoktu. okulu tam zamanında bitirmeme de gerek yoktu. oyunu kuralına göre oynamak ne kadar da aptalcaymış.
bi gün sonraki işlerimi de iptal ettim. sadece vakit geçirmek üzerine çalışıyordum. vaktimi eglenceli geçirmek. sevdiğim şeyleri yapmak. kuralları bozmak içimde vicdan azabı bölgesinde bi hareketllik başlattı. isyanı kısa sürede bastırdım. ertesi günkü işlerimi de erteledim.
daha kayıtsızım artık bu 'fazla' gündelik işlere.
farkıdnayım ki hiçbirinin sonu yok, benim var.
şimdilik yarınki işlerimi iptal etmedim.halen o isyandan dolayı destek kuvvetlere ihtiyaç duyuyorum. ama evet daha kayıtsızım.yarın sınava girmeyip tiyatro dersine gitmek mi? yok o kadar olmadı..'bonus' heyecanlar=)
evet yarın için ders çalışıyım biraz daha. kayıtsızım palavrasını da attım bugün yine kendime. rutin devam etmeli.bu isyan da ne bitmedik isyanmış aq....