10 Ağustos 2014 Pazar

Alan Adını domaininizi Blogger'a Yönlendirme

Alan Adını domaininizi Bloger'a Yönlendirme
Bu yazıda Blog'unuza Özel alan adı ( Domain ) nasıl yönlendirilir onu anlatacağım. Günümüzün en büyük blog sistemi olan Blogger bir nevi bize hosting hizmeti veriyor. Hostinglere çok paralar harcamak istemiyorsanız blogger hesabınızı domaininize yönlendirebilirisiniz. Ve artık sizinde bloglarınız özel alan adlarına sahip olacak örn : www.MeftunApart.com gibi. Şimdi sizlerde Domainlerinizi aldıktan sonra alt kısımdaki adımları sırasıyla takip ederek domaininizi yönlendirebilirsiniz.
  1. Blogunuza gidin ve Ayarlar sekmesinin altındaki Temel seçeneğini tıklayın. "Yayıncılık" bölümünde, özel alan adı eklemeye ilişkin bağlantıyı tıklayın.
    Blogger'a Özel Alan Adı ( Domain ) Yönlendirme
  2. Satın aldığınız alan adının URL'sini yazın. URL'nin çalışması için www ile başlaması gerektiğini unutmayın.
  3. Ve Kaydet'i tıklayın.
  4. Bir hata mesajı görüntülenir. Altta iki CNAME kaydının listelenmiş olduğunu görürsünüz. Her CNAME iki bölümden oluşur: Ad, Etiket veya Ana Makine ve Hedef, Hedef Nokta veya Yönlendirme Hedefi. İlk CNAME herkes için aynıdır; Ad "www", Hedef ise "ghs.google.com"dur. İkinci CNAME, blog'unuza ve Google Hesabınıza özeldir ve bu nedenle de herkes için farklıdır.
  5. Alan adı kayıt kuruluşunuzun web sitesine gidin ve kontrol panelinde DNS (Alan Adı Sistemi) ayarlarınızı bulun.
  6. Şimdi sıra CNAME kayıtlarınızı girmeye gelmiştir. Ad, Etiket veya Ana Makine kısmına "www" yazın, ghs.google.com'u da Hedef, Hedef Nokta veya Yönlendirme Hedefi olarak belirtin.
  7. Ardından ikinci CNAME kaydını aynı yöntemle girin.
  8. İsteğe bağlı : Çıplak alan adınızı (example.com) gerçek bir siteye (www.example.com) bağlayan A kayıtları da girebilirsiniz. Bu adımı atlarsanız "www" yazmayan ziyaretçiler bir hata sayfasıyla karşılaşır.
  9. İsteğe bağlı (devamı) : 8. Adımı tamamladıktan sonra alan adınızı example.com biçiminde girin ve alt tarafta gösterilen IP adreslerini "A" bölümünde listeleyin. Dört farklı Google IP'sini gösteren dört ayrı A kaydı açmanız gerekir.
    216.239.32.21
    216.239.36.21
    216.239.36.21
    216.239.38.21

    İsteğe bağlı bölümün sonu
  10. Son adıma geçmeden önce, DNS ayarlarınızın etkinleşmesi için bir saat kadar bekleyin. Ayarlarınız etkinleşmeden önce son adımı uygulamaya çalışırsanız sizi bir uyarı iletisi ile bilgilendiririz.
  11. Ayarlarınız etkinleştikten sonra, Google'ın okuyucularınızı blog'unuza yönlendirebilmesi için Blogger'ın, özel adınızı bildiğinden emin olmanız gerekir. Blogger'a geri dönün ve Ayarlar | Temel sekmenizdeki bilgileri güncelleyin. "Yayıncılık" alanını bulun ve özel bir alan adı eklemeye ilişkin bağlantıyı tıklayın.

Alan adina gecis
Sunulan kutuya, özel alan adınızın URL'sini girin ve Kaydet'i tıklayın.
Blogger'a Özel Alan Adı ( Domain ) Yönlendirme
Hepsi bu kadar! Blogspot.com adresiniz kısa süre içinde yeni özel alan adınıza yönlendirilecektir. Yönlendirmenin çalışmaya başlaması 24 saat kadar sürebileceğinden, sabırlı olun. 24 saat geçmesine rağmen hata sayfası görmeye devam ediyorsanız bu, ayarlarınızın doğru girilmediği ve işlemi bir kez daha denemeniz gerektiği anlamına gelir.

Alan Adını domaininizi Blogger'a Yönlendirme

  • Eklemek istediginiz Url'yi http://www.MeftunApart.com bölümünü değiştirin.
  • "Kod Oluştur" butonuna tıklayın
  • Şimdi Blogger panelinize giriş yapın > Şablon > HTML'yi Düzenle
  • Ctrl+F yardımı ile <head> kodunu aratıp bulun ve hemen altına oluşturulan kodu kopyalayıp yapıştırın.
  • Şablonunuzu kaydedin ve bitti.


Not:
  • Yeni alan adınız sizi blog'unuza götürmüyorsa tüm DNS sunucularının güncellenmesi için bir veya iki gün bekleyin. Hala çalışmıyorsa, DNS ayarlarınızı doğru girdiğinizden emin olmak için kayıt kuruluşunuzla iletişime geçin.
  • Orijinal Blogspot adresiniz otomatik olarak yeni alan adınıza yönlendirilecektir. Bu yöntemle sitenize giden var olan bağlantılar veya yer işaretleri çalışmaya devam eder.
  • Yayınlanmış resimleriniz blog'unuzda görüntülenmeye devam edecektir.

Yapamadığınız bir şey olursa "YORUM" kısmında belirtebilirsiniz. iyi bloglamalar...

7 Ağustos 2014 Perşembe

Google Adsense Reklamları Nedir? Nasıl Kullanılır?

google adsense
Google Adsense, çeşitli firmaların Google Adwords'e verdiği reklamları büyük kitlelere ulaştırmak için biz internet kullanıcılarına, belli bir ücret karşılığında reklam yapmamızı sağlamaktadır. Google Adsense’nin sağlamış olduğu bu fırsatlardan hem bizler hem de Google para kazanmaktadır. Google AdSense, büyüklükleri ne olursa olsun tüm web sitesi yayıncılarının web sitelerinde hedeflenmiş Google reklamları göstererek para kazanmalarını sağlayan ücretsiz ve kolay bir yöntemdir. Kısaca website sahipleri için Google’ın sunduğu bir reklamcılık hizmetidir. Ücretsiz olarak buradan başvurulabilen bu sisteme kaydınız onaylandığı takdirde sizde google yayıncısı olabilir ve sitenize gelen ziyaretçi trafiği üzerinden belirli bir gelir elde edebilirsiniz.


Kullanım Şartları

Reklam verenler google adwords ile kampanyalarını oluştururken sadece arama ağı değilde yayıncı siteleri de hedeflediği taktirde bu reklamlar Adsense yayıncı havuzunda toplanır ve reklam ile benzer içerik barındıran sitelerde veya sayfalarda bu reklamlar görüntülenmeye başlar. Google örümcekleri sitenizi sürekli indexlediklerinden dolayı sizin içeriğinizin kategorisini belirler ve moda siteniz varsa gidipte sitenizde kombi reklamlarını yayınlamaz. Bunun faydası ise tıklanma oranının arttırmasıdır. Bu sayede hem google hem yayıncı daha çok gelir elde etmiş olur. Google AdSense ile para kazanmak kulağa çok hoş geliyor fakat bu sisteme kabul edilmek çok da kolay değil. Bazı şartları sağlamış olmanız gerekir.

  • Öncelikle 18 yaşından büyük olmalısınız.
  • Blogunuz pornografik ve şiddet barından içerik içermemeli .
  • Blogunuzda ağır küfür, ırkçı hoşgörüsüzlükle ilişkili veya herhangi bir şahıs, grup veya kuruluş aleyhinde propaganda niteliğindeki içerik yer almamalı.
  • Blogunuzda hack, crack, warez ve uyuşturucu ile ilgili içerikler olmamalı.
  • Blogunuzda alkol, tütün, reçeteli ilaç, silah, markaların taklit ürünleri, tez, ödev gibi şeylerin satışı yapılmamalı.
  • Blogunuz yasa dışı, yasa dışı etkinlikleri teşvik eden veya başkalarının yasal haklarını ihlal eden diğer herhangi bir içerik içermemeli.
  • Blogunuz Google’ın kalite yönergelerine uygun olmalı.
  • Ayrıca blogunuzda bir “gizlilik politikası” sayfası oluşturmalısınız. Gizlilik politikası oluşturmayla ilgili bilgi almak için buraya bakabilirsiniz.

Organik Trafik

AdSense'nin en çok dikkat ettiği trafik sistemi organikliğidir. Eğer siteniz doğal yollardan yani Google arama ve diğer arama motorlarından geliyorlarsa size daha fazla kazanç sağlayacaktır. Sonuçta arama yaparak erişilen sitenizde o konu ile alakalı reklamlar çıkacaktır ve haliyle o reklamların tıklanma sayısı da artacaktır.
Eğer sitenize verilen bağlantı yolu ile gelen ziyaretçileriniz var ise bu tık sayısı düşecektir. Sitenize verilen bağlantı çeşitleri şunlar olabilir: Backlink, makale içerisindeki linkler ve sosyal ağlarda paylaştığınız linkler.
NOT: Organik trafiği elde etmenin yolu SEO'dan geçtiğini unutmayın.

Kayıt Olma

Blogunuzu kayıt aşamasına hazır hale getirdikten sonra Blogger kumanda panelindeki Kazançlar sekmesinden veya AdSense kayıt sayfasından başvurunuzu yapabilirsiniz.

1. Onay Süreci:

Başvurunuzu yaptıktan sonra yaklaşık 2-3 günlük inceleme sürecinin ardından ilk onayı alıp almadığınızla ilgili bir e-posta gönderilir. Eğer blogunuz onaylandıysa sizden reklam birimi oluşturarak blogunuza eklemeniz istenir.

2. Onay Süreci:

Reklam birimi oluşurmak için Google AdSense hesabınıza giriş yaparak Reklamlarım > Reklam birimleri > Yeni reklam birimi yolunu izleyerek istediğiniz boyutlarda bir reklam birimi oluşturduktan sonra verilen kodu blogunuza eklemelisiniz. Onay aşamasında 1 adet reklam birimi oluşturmanız yeterlidir ve bu reklam birimine ait kodu Blogger kumanda panelinde Yerleşim > Gadget Ekle > HTML/JavaScript Gadget yolunu takip ederek ekleyebilirsiniz. Onay sürecinin tamamlanması yaklaşık 1 ata sürer bu sürede eklediğiniz reklam biriminde boş bir alan gözükür. Blogunuzun incelenmesi tamamlanıp ikinci onayı da aldıktan sonra size bir bilgi e-postası gönderilir ve birkaç saat içinde boş reklamların yerinde AdSense reklamları gözükmeye başlar. Bu andan itibaren ziyaretçileriniz reklamlara tıkladıkça hesabınızda para birikmeye başlar. Kayıt ve onay işlemi tamamlandaıktan sonra da Google blogunuzu incelemeye devam eder sizden bazı kurallara uymanızı ister.

  • Kendi reklamlarınıza tıklamayın, kimseden Google reklamlarınızı tıklamasını istemeyin.
  • Reklamların yanlışlıkla tıklanmasını sağlayacak numaralardan kaçının.
  • Bir sayfaya en fazla 3 reklam birimi ekleyin ve reklam kodlarında değişiklik yapmayın.

Reklam Yerleşimi Ve Optimizasyonu

Reklam birimlerinin yerleşimini yaparken performansı olduğu kadar kullanıcı deneyimini ve Google AdSense politikalarını da göz önünde bulundurmalısınız.

  • Blogunuzun içeriğini mantıklı bir şekilde düzenleyin ve blogunuzda gezinmeyi kolaylaştırın.
  • Reklamlarınızı kullanıcıların ilgilendikleri içeriğin yakınına yerleştirin ve kullanıcıların aradıkları içeriği kolayca bulabildiklerinden emin olun.
  • Blogunuzdaki resimleri reklamlarınızla hizalamayın veya reklamın yakınındaki içeriğin reklamlarınızın biçimlendirmesini taklit etmemesine özen gösterin.
  • Reklamları, menü, gezinme veya indirme bağlantılarıyla karıştırılabilecekleri konumlara yerleştirmeyin.

Reklam Boyutları

Bu konuda AdSense uzmanlarının en başarılı olanlarını şöyle sıralamıştı:

  • 336x280 Büyük Dikdörtgen
  • 300x250 Orta Boy Dikdörtgen
  • 728x90 Leaderboard
  • 160x600 Geniş Dikey
AdSense yetkilileri yaptığı araştırmalar ve A/B testleri sonucunda bloglar için en uygun reklam yerleşiminin şu şekilde olduğunu tespit etmişlerdir:
AdSense reklam yerleşimi
Not : Blogunuza ekleyeceğiniz reklamları "blog temanıza" uygun renkler ile eklemeyi tercih ediniz.

AdSense Reklamları Ne Kadar Kazandırır?

google adsense kazanc raporu
AdSense reklamları ile elde edilen kazanç siteden siteye farklılık gösterir. Kazancınızı belirleyecek 2 temel faktör vardır. Reklamlara tıklanma sayısı ve tıklama başına maliyet. Örneğin reklamlarınıza bir ayda 100 kez tıklandıysa ve TBM (Tıklama Başına Maliyet) 0.5$ ise o ay kazancınız 100x0.5 = 50$ olur.
Reklamlara tıklanma sayısını arttırmaya yönelik yerleşim ipuçlarından yukarıda kısaca bahsettim. Şimdi de TBM yani tıklama başına maliyeti arttırmak için neler yapabileceğinizden bahsedelim.

  • Reklam birimlerinizin tümü için hem metin reklamların hem de resim reklamların/zengin medya reklamlarının gösterilmesi seçeneğini etkinleştirin.
  • Filtre listenizi kısa tutun, böylece yüksek ödeme yapan reklamları engelleyerek gelir potansiyelinizi azaltmamış olursunuz.
  • Yerleşim hedeflemeye yönelik özel kanallarınızı oluşturarak siteniz için rekabet eden reklam sayısını artırın.
  • Blogunuzda belli konulara odaklanarak kaliteli içerik üretin.

4 Ağustos 2014 Pazartesi

Για μια μινι - πολυπολιτισμικότητα Ποιες οι εναλλακτικές λύσεις; Μια νέα ιδέα για την Ολλανδία και, κατ’ επέκταση για την Ευρώπη του Dick Pels σε μετάφραση Βασίλη Μπογιατζή/ αναδημοσιευση απο το μη μαδάς τη μαργαρίτα

Δευτέρα, 4 Αυγούστου 2014

Για μια μινι - πολυπολιτισμικότητα



Ποιες εναλλακτικές λύσεις μπορούμε να κινητοποιήσουμε απέναντι στον εθνικισμό και την απολυτοποίησή του και στην «εθνικοποίηση» της ελευθερίας και της δημοκρατίας; Νομίζω ότι πρώτα από όλα χρειάζεται να απορρίψουμε ριζικά την έννοια της κυριαρχίας, τόσο στην ατομική όσο και στη συλλογική της μορφή. Πρέπει να «απο-εθνικοποιήσουμε» και να «από-απολυτοποιήσουμε» τόσο την έννοια της ατομικής ελευθερίας όσο και αυτή της εθνικής ταυτότητας. Πώς να το κάνουμε αυτό; Στο βιβλίο μου Μια αδυναμία για την Ολλανδία (A Weakness for the Netherlands) το 2005 επιχειρηματολόγησα υπέρ μιας «αδύναμης ταυτότητας» και ενός «ενεργού σχετικισμού» ως κεντρικών αξιών για μια ολλανδική [και κατ’ επέκταση Ευρωπαϊκή] δημοκρατική κουλτούρα. Τέτοιες ιδέες προκαλούν φυσικά τρόμο σε εκείνους [λαϊκιστές και νεοσυντηρητικούς] που βλέπουν τον πολιτισμικό σχετικισμό ως πηγή παρακμής, μηδενισμού και κάθε πολιτισμικού κακού, και τον ταυτίζουν με την πολιτισμική «αυτο-υπονόμευση» και το ξεπούλημα των πλέον εξυμνημένων θεμελιωδών αξιών μας.
Αλλά μια «νέα ιδέα για την Ολλανδία», υποστηρίζω, δεν πρέπει να αναπτυχτεί με όρους ισχυρής, αλλά μάλλον με όρους μιας ασθενούς ταυτότητας. Η Ολλανδία είναι ένα ταιριαστά ασαφές, πολυποίκιλο και δυναμικό σύνολο, το οποίο διαρκώς αναδομείται και τίθεται υπό αμφισβήτηση, όχι μία τελειωμένη και οριοθετημένη οντότητα ή μια περιοριστική ουσία που μπορεί να «συλληφθεί» κατά παραγγελία από τα βάθη της ιστορικής πραγματικότητας. Η Ολλανδία επαν-επινοείται και επαν-ανακαλύπτεται κάθε μέρα από όλους εκείνους που έχουν δεσμούς ή που ενδιαφέρονται για αυτή. Δεν πρέπει να επιχειρήσουμε να επιδιορθώσουμε τεχνητά αυτή την «οντολογική αδυναμία». Μπορούμε να κάνουμε χωρίς τη δυναμική, μαχητική αι περήφανη εθνική ταυτότητα, όπως αυτή υποστηρίζεται από τη λαϊκιστική δεξιά. Η δύναμη του ολλανδικού εθνικού χαρακτήρα βρίσκεται ακριβώς σε μία «αδυναμία χαρακτήρα», η οποία τροφοδοτείται από τη μετριοπάθεια και τη μετριοφροσύνη σχετικά με τις αξίες και τα επιτεύγματά μας, και κατ’ αυτό τον τρόπο δίνει τη δυνατότητα να αναδύονται διαρκώς διαφορετικές απόψεις σχετικά με το ποιες είναι αυτές οι αξίες και τα επιτεύγματα. Όχι μια αλαζονική βεβαιότητα σχετικά με ένα σκληρό κανονιστικό πυρήνα, αλλά μια αβέβαια ιδέα για την Ολλανδία προσφέρει το καλύτερο σημείο αφετηρίας, τόσο για τη συμπερίληψη των «ξένων» πολιτισμών μέσα στην «κοινωνία» μας, όσο και για την ενσωμάτωση της δικής μας κουλτούρας στην Ευρώπη και στον ευρύτερο κόσμο.
Αυτό είναι διαφορετικό και από την πολυπολιτισμικότητα και από την ίση κανονιστική μεταχείριση όλων των πολιτισμών («κακός σχετικισμός»). Αλλά είναι εξίσου διαφορετικό και από τη «μονο-πολιτισμικότητα» μιας «ηγεμονεύουσας» και υπέρτερης ολλανδικής εθνικής κουλτούρας, η οποία δικαιολογημένα κυριαρχεί όλες τις άλλες. Αντιθέτως, επιχειρηματολογώ υπέρ μιας «μίνι-πολιτισμικότητας» (miniculturalism)  η οποία καταφάσκει τις κανονιστικές και υλικές προϋποθέσεις προκειμένου μόνιμα να διατηρούνται ανοιχτά κανάλια επικοινωνίας: διαρκής συζήτηση και διαμάχη, εγγυημένη πρόσβαση για τον καθένα σε αυτή, πλουραλισμός των αξιών και των ιδεών, ανεκτικότητα, και ενδυνάμωση/ενίσχυση του καθενός προκειμένου να αναπτύξει εκείνες τις δεξιότητες και αξίες που απαιτούνται για να συμμετέχει σε αυτή τη συζήτηση και αντιπαράθεση. Αυτό προϋποθέτει μια ελάχιστη βούληση να σχετικοποιεί κανείς τις δικές του αξίες και αλήθειες ως «εισιτήριο» σε μια τέτοια συζήτηση και αντιπαράθεση: η ικανότητα να «αντέχει» (σ)την κριτική, να δείχνει ανεκτικότητα στις πολιτισμικές διαφορές και να είναι ανοικτός στην αμφιβολία, την πολυπλοκότητα και την αμφιταλάντευση. 
   
Το γεγονός ότι στη γνώριμη απαρίθμηση των αποκαλούμενων αδιαπραγμάτευτων «θεμελιωδών αξιών» της Δυτικής κουλτούρας –όπως είναι ο διαχωρισμός της εκκλησίας από το κράτος, η ισότητα μεταξύ ανδρών και γυναικών και ετερο- και ομοφυλοφίλων, η ελευθερία του λόγου, η ελευθερία της θρησκείας, το συνταγματικό κράτος και το κράτος δικαίου– δεν περιλαμβάνεται άλλη μια θεμελιώδης αξία προκαλεί υποψίες. Μια κρίσιμη Διαφωτιστική αξία συστηματικά εξαλείφεται και υποβαθμίζεται η σημασία της (με αυτή την έννοια, ο Διαφωτισμός απάγεται από τη δεξιά), ενώ έχει τη δυνατότητα ακριβώς να απαλύνει και να παρεμποδίσει τη δυνητική απολυτοποίηση όλων των υπολοίπων: η ικανότητα να είμαστε αυτοκριτικοί, να σχετικοποιούμε και να μετριάζουμε την κουλτούρα και την ταυτότητά μας. Κατά έναν ενδιαφέροντα τρόπο, πράγματι αποδεχόμαστε πλήρως αυτές τις αξίες, αλλά ταυτόχρονα βρισκόμαστε σε μια διαμάχη δίχως τέλος η οποία αφορά το ακριβές νόημα και τα ακριβή τους όρια (π.χ., της ελευθερίας του λόγου, του διαχωρισμού εκκλησίας-κράτους). Αυτό που μας ενώνει, επομένως, δεν είναι τόσο ένα σύνολο «αδιαπραγμάτευτων αξιών», όσο η συζήτηση και διαμάχη (η δίχως τέλος διαπραγμάτευση) σχετικά με το περιεχόμενο, τα όρια και τη σημασία τους.

Ένα δημοκρατικό συνταγματικό κράτος είναι περήφανο όχι επειδή κατέχει μια σαφώς ορισμένη ταυτότητα, αλλά επειδή προσφέρει χώρο για μια πολλαπλότητα ταυτοτήτων. όχι μια κοινή εθνική κουλτούρα ή δημόσια ηθικότητα, αλλά τη διατήρηση ενός δημόσιου χώρου (forum) που επιτρέπει να εκδηλωθούν οι διαφορές και να εκφραστούν οι διαφωνίες. Αυτό που μας ενώνει, είναι ακριβώς αυτή η έλλειψη συναίνεσης και συμφωνίας σχετικά με το τι είναι αυτό που μας ενώνει: μια δίχως τέλος συζήτηση και διαμάχη όσον αφορά το ποιοι είμαστε και τι θέλουμε να γίνουμε. Η καλή ζωή (ευδαιμονία, ευ ζην) μπορεί επίσης να οριστεί ως ένας τρόπος ζωής σύμφωνα με τον οποίο έχουμε τη δυνατότητα διαρκώς, ελεύθερα και πολιτικά να συζητούμε για το νόημα της καλής ζωής. Πιστεύω ότι δεν έχουμε ανάγκη από μια ισχυρότερη αξιακή βάση πέρα από αυτή την από κοινού συμφωνία σχετικά με τις προϋποθέσεις μιας δημοκρατικής συζήτησης και αντιπαράθεσης (στην οποία όλοι έχουν δικαίωμα). Τίποτα περισσότερο, αλλά επίσης και τίποτα λιγότερο.

«Μια αδυναμία για την Ευρώπη»

Αυτή η οπτική μπορεί να επεκταθεί λίγο περισσότερο και να μετασχηματισθεί σε μια «αδυναμία για την Ευρώπη». Το κεντρικό ευρωπαϊκό σλόγκαν είναι «ενότητα-στη-διαφορά», αλλά ποιο πρέπει να είναι το βάρος του κάθε σκέλους σε αυτή την ισορροπία; Πόση ενότητα χρειαζόμαστε, πόση διαφορά μπορούμε να αντέξουμε; Χρειάζεται πράγματι να γίνουμε «ένα» προκειμένου να είμαστε επαρκώς συνεκτικοί; Η αναζήτηση για μια ομόφωνη, αναμφισβήτητη ευρωπαϊκή ταυτότητα, για την Ευρώπη ως μια μονοδιάστατη κοινότητα αξιών έχει μακρά ιστορία. Κάποιοι την εντοπίζουν στον Χριστιανισμό, άλλοι στον κοσμικό ουμανισμό ή στον φιλελευθερισμό της αγοράς.

Το 1998 ο Fortuyn έγραψε ένα μικρό βιβλίο με τον τίτλο Άψυχη Ευρώπη στο οποίο υποστήριζε την άποψη ότι οι εθνικές κουλτούρες, όπως λ.χ. η ολλανδική, διέθεταν «ψυχή», κάτι το οποίο είναι απόν από την Ευρώπη. Ότι η ευρωπαϊκή κουλτούρα και ταυτότητα δεν υπάρχει στην πραγματικότητα, τουλάχιστον όχι ανάμεσα στους καθημερινούς ανθρώπους. Ότι το έθνος-κράτος είναι το αληθινό οικογενειακό μας σπίτι. Ότι η Ευρώπη δεν αποτελεί έναν «λαό», δεν διαθέτει «λαϊκή βούληση» και δεν υπάρχουν ευρωπαίοι πολίτες. Κατά την άποψή του, η Ευρώπη ποτέ δεν θα μπορούσε να γίνει μια πραγματική δημοκρατία.
Πρέπει να δώσουμε τέλος σε αυτή την ουσιοκρατική αναζήτηση και αυτο-εξέταση. Μια νέα ιδέα για την Ευρώπη είναι μια ασθενής ιδέα της Ευρώπης. Δεν είναι μια μεγάλη οικογένεια με μια μοναδική κουλτούρα, γλώσσα, περιοχή ή ιστορία, αλλά ένα χαλαρό σύμπλεγμα (μια οντότητα, όχι μια ενότητα) με ασαφή σύνορα και με μια λεπτή μάλλον παρά ισχνή ταυτότητα. Αυτή η έλλειψη μιας σαφούς φυσιογνωμίας και ταυτότητας δεν αποτελεί έλλειμμα, αλλά πηγή ισχύος. Αυτό είναι το ιδεώδες της Ευρώπης ως μιας «κοινότητας ζωής» («το ευρωπαϊκό ταξιδιάρικο φως»), η οποία συνέχει μέσω των διαρκώς εξελισσόμενων ευρω-αγγλικών, των τρένων υψηλής ταχύτητας, του Ευρώ και του ευρωπαϊκού ποδοσφαίρου.
Ενδεχομένως, η νέα Ευρώπη να μπορεί να γίνει αντιληπτή με τους όρους μιας «Μεγάλης Ολλανδίας». Αυτό σημαίνει: το μοντέλο δεν είναι η ενοποιημένη μοναρχία που δημιουργήθηκε μετά το 1813, αλλά η Δημοκρατία που προηγήθηκε αυτής. Η Ολλανδική Δημοκρατία και οι Επτά (όχι και τόσο) Ενωμένες Επαρχίες της ήταν αξιοσημείωτα επιτυχημένη στην εποχή της, ακριβώς εξαιτίας της χαλαρά συγκολλημένης πολιτικής της κοινότητας, της πολυεπίπεδης δομής συνεργασίας και ανταγωνισμού και της επισφαλούς πολιτισμικής της ενότητας-στη-διαφορά. Ίσως λοιπόν, να είναι ταιριαστό αυτός ο έπαινος της αδυναμίας και η υπεράσπιση της δημοκρατικής αβεβαιότητας να πρέπει να πηγάσει από την Ολλανδία.


[Απόσπασμα από το Dick Pels, “Populism, National Identity and Europe: Populism and National Identity, the Dutch case”. 
Το πλήρες κείμενο στα αγγλικά, προσβάσιμο στο http://gef.eu/fileadmin/user_upload/GEF_GA_Pels_Populism_the_Dutch_Case_02.pdf]                    

3 Ağustos 2014 Pazar

Η μετατροπή του Κοινού σε Μάζα /danger.few!!! Το επίσημο blog των happyfew

Η μετατροπή του Κοινού σε Μάζα


C. W. Mills
(1916-1962)
«Η μετατροπή του κοινού σε μάζα μας ενδιαφέρει ιδιαίτερα, διότι μας βοηθάει ουσιαστικά να καταλάβουμε τι εστί εξουσιαστική ελίτ. […] Πρέπει να εξετάσουμε τέσσερα σημεία για να κατανοήσουμε τη διαφορά μεταξύ κοινού και μάζας.

1. Πρώτα-πρώτα, την αριθμητική σχέση ανάμεσα σ΄εκείνους που εκφέρουν και σ’ εκείνους που δέχονται απόψεις. Είναι ο πιο απλός τρόπος για να αποτιμήσουμε την κοινωνική σημασία των μμε. Στο μετασχηματισμό αυτής της σχέσης συναντάμε, περισσότερο από κάθε άλλο παράγοντα, το πιο ουσιώδες στοιχείο των προβλημάτων του κοινού και της κοινής γνώμης στην σύγχρονη εξέλιξη της δημοκρατίας. Στο ένα άκρο της κλίμακας του επικοινωνείν έχουμε δυο ανθρώπους που απευθύνονται προσωπικά ο ένας στον άλλον. Στο άλλο άκρο, έχουμε ένα φερέφωνο που μιλάει απρόσωπα μέσα από ένα δίκτυο μέσων επικοινωνίας σε εκατομμύρια ακροατές και θεατές. […]

2. Η δεύτερη διάσταση που πρέπει να μας απασχολήσει, είναι η δυνατότητα απάντησης σε μια άποψη χωρίς να επισύρονται μέτρα καταστολής προερχόμενα από το εσωτερικό ή το εξωτερικό της χώρας. Η τεχνική ολοκλήρωση των μμε δημιουργεί μια αριθμητικά ασθενέστερη σχέση ανάμεσα σ’ εκείνους που μιλούν κι εκείνους που ακούνε, καταργώντας από τους δεύτερους κάθε δυνατότητα να απαντήσουν ελεύθερα. Μπορούν άλλωστε να υπάρχουν σιωπηροί κανόνες γύρω από το εργασιακό καθεστώς και την ανεπίσημη δομή των μμε, μέσα από τους οποίους θα αποφασίζεται ποιος θα μιλήσει, πότε και για πόση ώρα. Οι κανόνες αυτοί μπορεί να τηρούν ή και να μην λαμβάνουν καθόλου υπόψη τους επίσημους κανόνες και το νομικό καθεστώς που διέπει τα μμε. Οριακά, είναι δυνατόν να οδηγηθούμε σε ένα απόλυτο μονοπώλιο της άποψης, την οποία θα εξακοντίζουν καταπάνω σε καθυποταγμένες ομάδες καταλανωτών των μμε, που δεν θα έχουν καμιά δυνατότητα απάντησης, ούτε έστω “κατ’ ιδίαν”. […]

3. Πρέπει επίσης να εξετάσουμε τη σχέση ανάμεσα στη διαμόρφωση των απόψεων και την πραγμάτωσή τους με τη μορφή μιάς κοινωνικής δράσης, την ευκολία με την οποία η κοινή γνώμη μπορεί να επηρεάσει σημαντικές αποφάσεις. Φυσικά, η δυνατότητα που έχουν οι άνθρωποι να βάλουν συλλογικά σε πράξη τις απόψεις τους, περιορίζεται από τη θέση την οποία έχουν μέσα στη δομή της εξουσίας. Αυτή η δομή μπορεί να είναι τέτοια, που να περιστέλλει δραστικά τη δυνατότητά τους να δράσουν∙ ή, πάλι, να είναι τέτοια που να επιτρέπει ή ακόμα και να ευνοεί τη δράση τους. […]

4. Τέλος, πρέπει να δούμε σε ποιο βαθμό η θεσμική εξουσία, με το νομικό καθεστώς της και τα μέσα δράσης που διαθέτει, διεισδύει μέσα στο κοινό. Το πρόλημα εδώ είναι να εξετάσουμε αν υπάρχει δυνατότητα αυθεντικής αυτονομίας του κοινού έναντι της θεσμικής εξουσίας. Στο ένα άκρο, το αυτόνομο κοινό κινείται ελεύθερα χωρίς παρεμβολές από τη θεσμική εξουσία. Στο άλλο άκρο, το κοινό τρομοκρατείται και γίνεται ομοιόμορφο με την διείσδυση ρουφιάνων εντός του και την καλλιέργεια μιας γενικής καχυποψίας. […]


Η ΔΙΑΦΟΡΑ ΜΕΤΑΞΥ ΚΟΙΝΟΥ ΚΑΙ ΜΑΖΑΣ

Στο κοινό,

α) εκείνοι που εκφράζουν άποψη είναι τόσοι όσοι κι εκείνοι που προσλαμβάνουν∙

β) τα μέσα δημόσιας επικοινωνίας οργανώνονται με τέτοιο τρόπο, ώστε ο καθένας έχει άμεσα και πραγματικά τη δυνατότητα να απαντήσει σε κάθε άποψη που εκφράζεται δημόσια∙

γ) η άποψη που διαμορφώνεται μέσα από μια τέτοια συζήτηση, οδηγεί ανεμπόδιστα σε μια πραγματική δράση, η οποία, εάν αυτό είναι αναγκαίο, μπορεί να κατευθύνεται και εναντίον της κατεστημένης εξουσίας∙

δ) οι θεσμοί εξουσίας δεν διεισδύουν στο κοινό, το οποίο λειτουργεί, επομένως, με περισσότερη αυτονομία έναντι της εξουσίας.

Όταν πληρούνται και οι τέσσερεις αυτές συνθήκες, τότε το πρακτικό μοντέλο μιας κοινότητας κοινών και αυτό το μοντέλο συμβαδίζει στο μέγιστο δυνατό βαθμό με τις θεμελιώδεις αρχές της κλασικής δημοκρατικής θεωρίας.

Απεναντίας, στη μάζα,

α) υπάρχουν πολύ λιγότεροι διαμορφωτές γνώμης από τους δέκτες −στην πραγματικότητα, η κοινότητα κοινών καταντάει ένα αφηρημένο σύμφυρμα ατόμων, που καθηλώνεται μπροστά σε μέσα μαζικής επικοινωνίας∙

β) η διάδοση των απόψεων οργανώνεται με τέτοιο τρόπο, ώστε είναι πολύ δύσκολο ή και τελείως αδύνατο στο άτομο να απαντήσει άμεσα και πραγματικά σε αυτά που του λένε∙

γ) η μετατροπή της άποψης σε δράση κατευθύνεται από την εξουσία, η οποία την οργανώνει και καναλιζάρει∙

δ) η μάζα δεν έχει καμιά αυτονομία έναντι της θεσμικής εξουσίας∙ απεναντίας, εντεταλμένοι της εξουσίας διεισδύουν στη μάζα περιστέλλοντας κάθε δυνατότητα διαμόρφωσης των απόψεων μέσα από μια ελεύθερη συζήτηση.

ΜΜΕ ΚΑΙ ΜΑΖΙΚΗ ΚΟΙΝΩΝΙΑ

Ο πιο εύκολος τρόπος για να διακρίνουμε το κοινό από τη μάζα, είναι να συγκρίνουμε τους κυρίαρχους τρόπους επικοινωνίας που αντιστοιχούν στο καθένα.

Σε μια κοινότητα κοινών, η συζήτηση αποτελεί το πρωταρχικό μέσον επικοινωνίας και τα μμε, αν υπάρχουν, μεριμνούν απλώς και μόνο για τη διεύρυνση και τοζωντάνεμα της συζήτησης, συνδέοντας το κοινό που έθεσε το θέμα με τα άλλα κοινά.

Απεναντίας, σε μια μαζική κοινωνία τα οργανωμένα μέσα επικοινωνίας προωθούν μόνο τον κυρίαρχο τύπο επικοινωνίας και το κοινό μετατρέπεται σε καταναλωτικό κοινό απόψεων, σε αγορά απόψεων, τις οποίες εκπέμπουν οι ειδικοί διαμορφωτές κοινής γνώμης.

Από όποια μεριά κι αν το δούμε λοιπόν, βλέποντας τι εστί κοινό, αντιλαμβανόμαστε ότι σήμερα κινούμαστε ολοταχώς προς τη μαζική κοινωνία. […]

Στη μαζική κοινωνία, τα μμε λένε στο μαζικό άνθρωπο

- ποιος είναι: του δίνουν μια ταυτότητα

- ποιος θέλει να είναι: του δίνουν βλέψεις και στόχους∙

- πώς θα τους πετύχει: του δίνουν μια τεχνική∙ και τέλος

- με ποιον τρόπο θα έχει την εντύπωση ότι πέτυχε ακόμα κι όταν έχει αποτύχει: τον βοηθούν να αποδράσει από την πραγματικότητα.

Το χάσμα ανάμεσα στην ταυτότητα και τις βλέψεις οδηγεί στην τεχνική και/ή στην απόδραση. Αυτή είναι η θεμελιώδης ψυχολογική συνταγή, στην οποία στηρίζονται τα σύγχρονα μμε.

Όμως αυτή η συνταγή δεν υπηρετεί την εξέλιξη του ανθρώπου. Είναι η συνταγή ενός ψεύδο-σύμπαντος, το οποίο εφευρίσκουν και συντηρούν τα συγχρονα μμε.»

Τσαρλς Ράιτ Μιλλς, Power Elite (1956)∙
στα ελληνικά Η αριστοκρατία της εξουσίας στις ΗΠΑ, εκδ. «Αρσενίδης» (1991)


Σημ. τ. H.SΑκόμα ένα «προφητικό» κείμενο για την προπαγάνδα, που, όπως και του Βανς Πάκαρντ, μας έρχεται από την Αμερική του 1956. Στα ελληνικά κυκλοφορούν επίσης τα βιβλία του Η κοινωνιολογική φαντασία (1959) από τις εκδόσεις «Παπαζήση» (1985), Οι χαρτογιακάδες (1951) από τις εκδόσεις «Κάλβος» (χχ).

Στην αυτοβιογραφία του έγραψε: «Με ρωτάς ποιος θα έλεγα πως είμαι. Σου απαντώ: Είμαι ένας Wobbly. Πνευματικά και πολιτικά. Και με αυτό δεν εννοώ τόσο ένα πολιτικό προσανατολισμό όσο ένα συγκεκριμένο πολιτικό ήθος.»

Blog Mutfağınızı Zorlamayın, Misafir Olarak Doyun

Bu yazı, HızlıAdam isimli blogun sahibi Bünyamin Kapıcıoğlu tarafından Blog Hocam için yazılmıştır.

 

Geçen ay BlogHocam için yazdığım, Bloğundan Gelir Elde Edemeyenlerin Güzin Ablası başlıklı makaleden ötürü mail kutuma gelen sorulara yetişemez oldum. Dikkatimi çeken en önemli soru/sorun "Blogların spesifik olamama problemi" 

Blog yazarları özellikle bu konuda destek isteyince kolları sıvadım.

 

hizliadam

 

Buyrun Efendim. Bu Makaleyi Yan Masadan Gönderdiler.


Önceki yazımda belirttiğim gibi: bir konuda uzman görünüme sahip ve konu dışına taşmayan bloglar daha başarılı oluyor. Bunu siz de farketmiş olmalısınız. Sebebi barizdir zaten: Otomobil bloğunda yemek tarifi yayınlamanın gayet amatörce olacağını söylediğimi hatırlıyorum. Sahip olduğunuz bloğun adını "Kişisel Blog" koyarak spesifik olmanın zincirlerini kırmaya çalışmayın. Bu sadece bir şekil kaçış olacaktır. Her ne kadar kişisel blog da olsa çok iyi anladığınız konularda yazıyor olmalısınız. Bir insan herşeyi bilemez. Bildiğini iddea edercesine her telden yazılar yazmaya kalkarsa şüphesiz "samimiyetsiz" imajı çizecektir. (Özür dilerim ama öyle malesef)

 

Yazacabileceğiniz birden fazla alan var ve bu alanlar birbirinden bağımsız ise ne yapmalı?


Her konu için ayrı bir blog mu açmalı? ki buna enerjiniz yetmez. Ya da her telden çalan bir blog mu yazmalı? Bu da profesyonel olmaz. Gelin bu işe bir çözüm üretelim. Dikkat ederseniz; birden fazla konuya hakim olamazsınız demiyorum. Tabiki de onlarca farklı alanda içerik üretme yeteneğiniz ve bilginiz olabilir. Tek derdim mekan ilişkisi. "Taş yerinde ağırdır" der atalarımız. Uygun taş(makale) uygun tarlaya(bloga) gönderilirse nasıl olur sizce? Tarla sahibi olmak şart mı? Değil!


Misafir Blogculuk / Misafir Yazarlık dediğimiz sistem var ve şuan okumakta olduğunuz blog (bloghocam) bu sistemin Türkiye'deki en bilinir temsilcilerinden. Blog sahibi olan Serdar bey, bu sistemi Türkiye'de işler hale getirmek için çok emek sarf etmiş. Sonuç: Gayet başarılı.

 

Peki Siz Misafir Blogculuğa Ne Gözle Bakıyorsunuz?


Tamam; PR değeri için önemli, Tamam; blog ağımız ve arkadaş çevremiz genişliyor. Hımm... başka parmakları göreyim??? Evet. Söylediklerinizin hepsi doğru. Neticede misafir yazarlığın hiçbir zararı olmadığı gibi bir sürü faydası var. Yine de dahasını merak edenler bu sayfadan misafir yazarlığın faydalarını öğrenebilir > Misafir Blogculuk 

 

Durum böyleyken kendi blog konseptinize uymayan yazıları neden misafir olarak göndermeyesiniz ki?

 

Sizin mutfağınız o an yazacağınız konuya uygun değilse zorlamanın anlamı yok. Zaten blog konunuzla alakasız yazıları yayınlarsanız sabit takipçileriniz dahi pek fazla ilgilenmeyecektir yazınızla. Düşünsenize teknoloji bloğunu takip ediyorsunuz, sabah bir göz atayım dediniz. O da ne! "Masa örtüsü dantel örnekleri" başlıklı bir makale var. Okur musunuz? Bırakın okumayı; hayal kırıklığı yaşadığınız için küfretme ihtimalinizi bile görür gibiyim. Google amca desen zaten sevmez her telden çalan blogları. Bu durumda size organik aramalardan pek fazla ziyaretçi göndermeyecektir. Ne oldu peki? Yazmak için aç kurt gibi oturmuş fakat doyurucu sonuçlar alamamış olacaksınız. Bu yüzden bence izlenmesi gereken yol şudur:

 

Misafir Yazarlığı Verimli Kullanmak:

 

- Kendi konseptinize uymayan fakat sizin o konuda kayda değer düşüncelerinizin olduğu yazıları ilgili bloglara gönderin

 

- Takip ettiğiniz bloglara, en iyi üretebileceğiniz alanlardaki blogları da ekleyin, (Bu şekilde yazacağınız her farklı konu için en uygun bloga teklif gönderebilirsiniz)

 

- Sahip olduğunuz blogda misafir ağırlayın. (Karşılıklı çaya gitmek daha samimi ve sağlıklı olur)

 

- Eserlerinizi göndereceğiniz bloglar hakkında seçici olun. (En az sizin bloğunuz kadar kaliteli olmasına dikkat edin. Neticede yayın yaptığınız, misafir olduğunuz blog sizin için referans niteliğindedir)

 

- Misafir olduğunuz blogda yazınıza gelen yorumları takip ederek cevaplayın. (Bu davranış etkileşimi arttırır. x bloğun sabit ziyaretçisi sizin de sabit ziyaretçilerinizden biri olmak isteyebilir)

 

- Misafirlikte fayda yüklü makaleler hazırlayın. Çünkü kimse kendinizi ya da kayda değmez bir anınızı anlatın diye sizi ağırlamak istemez (Ropörtaj ve başarı hikayeleri hariç)

 

- Unutmayın. Her blog yazarı okuruna fayda sağlayacak makaleler yayınlamak ister.

 

- Misafirlikte kurabiyeleri cebinize atmaya çalışmayın. (Sırf ziyaretçiyi kendi bloğunuza çekmek istercesine yazılar yazmayın)

 

Yukarıdaki maddelere dikkat ederek bol bol misafirliğe giderseniz sonuçların herzaman lehinize işleyeceğiniz göreceksiniz. Aynı zamanda misafir olduğunuz bloğun yeni ve özgün bir makaleyi google'a indexletmesini sağlamış olacaksınız. Yani sizi ağırlayan blog yazarı da bu durumdan maximum fayda sağlamış olacaktır. Bu şekilde bloğunuz çöplüğe dönmemiş olur. Başkalarına fayda sağlamış, blog dayanışmasını desteklemiş ve sonuçlarından siz de kârlı çıkmış olursunuz. Üstelik bloğunuz spesifik olma özelliğini korurken yazılarınızı tam da hedef kitleye okutmuş olursunuz. İyi Bloglar...

 

Yazar Hakkında: Annemin anlattıkları ve benim hatırladıklarıma göre 5 yaşımdayken gazetedeki araba resimlerini makasla kesip biriktirirmişim. Bozuk para saymayı da yine 5-6 yaşımda öğrenmişim. Bu durum dedemin çok hoşuna gittiği için bana saydırmak üzere bozuk para biriktirmeye başlamış. Çelik kasadan bihaber olan ben, sahip olduğum bozuk paraları muhafaza edebilmek için konserve kutusuna benzeyen kumbaralardan almışım. 7 yaşımda ise oynamadığım oyuncaklarımı mahallede satarak ticarete başlamışım. O gün bugündür ticareti ve para kazanmayı severim. Gelirinizi arttıracak ve iş hayatınızda hızınıza hız katacak makaleler okumak isterseniz benim bloğuma da beklerim.

www.HizliAdam.com